Son yılların en sihirli kelimelerinden birini PR oluşturuyor. ABD, seçimlerinin en etkili silahı PR. PR, olmadan seçimler kazanılmıyor. İyi bir PR süreci seçimleri kazandırırken etkisiz bir iletişim ise seçimleri kaybettirebiliyor.
Markalar gününü O’ndan alıyor. O olmadan adım atmayan, varlığını ve mevcudiyetini O’na borçlu olan markalar yadsınamayacak kadar fazla. Peki iyi güzel de nedir bu PR? Nereden çıktı, nereye koşuyor? Ne kadar biliyoruz? Ülkemizde yeterli ilgiyi görebiliyor mu?
İlk önce adını Frankfurt Okulu ile duyuran ve zaman içinde bir bilim dalı haline gelen Halkla İlişkiler’i (Public Relations – kısa adıyla PR)1980 yıllarla birlikte ABD keşfetmeye başladı. ABD’li siyasetçiler başta olmak üzere yoğun kapitalizmin yaşandığı tüm ülkeler bir anda PR’ı konuşmaya başladı. Konuşmakla da kalmadılar aslında, uyguladılar da… Markaların olmazsa olmazları haline gelen PR, iyi ve profesyonel ellerde harikalar yaratmaya başladı. Ajanslar daha etkili iletişim gerçekleştirebilmek için işbirliği içinde oldukları markalarla nefes alıp vermeye başladılar. Markalarını o kadar içselleştiren ajanslar vardı ki yaptıkları işi sadece bir marka danışmanlığı olmanın ötesine taşıdı ve anaç duygularla markayı adeta pamuklara sardı. Pamuklara sarılan marka da durur mu? Bu kadar güzel, etkili ve profesyonel iletişim araçları ve ilgisi ile amiyane tabirle aldı yürüdü. Rakipleri ise arkadan bakakaldı. Seyretmeye doyamadılar adeta…
Marka yaratmanın, marka tutundurmanın en kestirme ve en etkili yolu kuşkusuz PR’dan geçiyor. Etkili PR’ın her zaman kazandırdığını gördük, görmeye de devam edeceğiz. Ülkemizde 20002li yıllarla birlikte sektörlere hızlı şekilde giren PR, 2010’lu yıllarla birlikte özellikle ölçümleme, geri bildirim ve saha performansı tekniklerini de kullanarak nerede, ne zaman, ne yapılması gerektiğinin ya da ne yapılmaması gerektiğinin alt metinlerini oluşturmaya başladı. ‘Çok mu çok güzel oluyoruz’ derken ya da ‘imaj hiçbir şeydir susuzluk her şey’ ya da ‘yoksa siz hala annenizin margarinini mi kullanıyorsunuz?’ diye sorarken aslında hep PR çalışmalarının etkisi vardı.
Siyasilerin giydikleri giysilerinin renklerinden, vücut dilini kullanmasına, gömleğinin kollarını katlamasından, seçmeni selamlamasına kadar PR hayatımızın her alanında yer almaya başladı. PR’ın yaptığı asla nabza göre şerbet vermek değildi. Doğru markayı oluşturmak ve oluşturulan bu markanın tutundurulması, akılda kalması, markanın itibarının artırılması idi. Ülkemizde özellikle Anadolu’da o kadar önemli ve kaliteli işler ortaya çıkıyor ki… Bu işlerin markaya dönüşmesi aslında an meselesi. Fakat geldiğimiz noktada hala PR’ı keşfetmemiş, günlük tabirle kendi yağıyla kavrulup bu işleri profesyonel bir ajansla yürütmek yerine, kendi öz çevreleri ile lokalize şekilde halletmeye çalışan o kadar firma var ki… Firmaların markalaşmaya en az Ar-ge ve Ür-ge kadar yatırım yapması gerekiyor. Firmaların özellikle kalkınma ajansları ile birlikte markalaşma çalışmalarını kendi bölgeleri içerisinde düzenlemesi gerekiyor. Kalkınma ajansları son yıllarda bu ve benzeri konularda ajanslardan destek alarak firmalara yardımcı olmaktadırlar.
Ez cümle: PR olmadan markalaşma olmaz. Markalaşma yolunda en temel ve kritik basamaklardan birini PR oluşturmaktadır. PR, lokalden globale ulaşmanın anahtarıdır. Artık ülkemizin de ‘Made In Türkiye’ etiketli markalarını tüm dünyaya duyurmasının zamanı gelmedi mi? Ne dersiniz?